Korku oyunları oynayabilen biri misiniz? Gecenin köründe, karanlık bir odada ekran karşısında geçirilen gerilim dolu saatler… Bilemiyorum, açıkçası bu pek bana göre değil sanırım. Hele konu eski korku oyunları olduğu zaman, bu şekilde bir oyunu tamamlamak gerçekten yürek isteyen bir işti.
Birde günümüzdeki korku oyunlarına bakalım, jumpscare sahnelerden ibaret, ortada sizi germeye yetecek bir hikaye dahi olmayan yapımlar. Eh, elbette aralarında sizi gerçekten korkutacak ve yapım boyunca diken üzerinde tutmaya yetecek türde oyunlar karşımıza çıkmıyor değil tabi. Amnesia ve Outlast son dönemlerin en gerilim dolu oyunlarına güzel birer örnek olacaklardır.
Yine de bilemiyorum sevgili okurlar, ister istemez “Nerede o eski korku oyunları?” demekten alamıyorum kendimi. Bu demin söylediğim iki gerilim dolu oyun ve bu oyunların benzerlerinin insanları korkutabilmelerini sağlayan tek bir özelliği bulunuyor… saldırma şansınızın olmaması. Bu iki yapımda da elinize bir silah verilse ve düşmanlarınızı öldürme şansına sahip olsanız, sizce gerilimli ve korkunç olabilirler miydi? Bence yanıt basit, HAYIR!
Oysa biraz geçmişe gidelim, Silent Hill, Resident Evil gibi oyunları düşünelim. Özellikle Silent Hill’ın ilk oyununu halen daha bitirememiş olduğumu düşünürsem, işte gerçek korku ve gerilim oyunu diye ben bu yapımlara derim. Gerçi Silent Hill’ın bir kaç tanesi dışında hiç birini bitirmeyi başarabilmiş değilim. Gerçi gelecek olan Silent Hills epey ümit vaad ediyor gibi görünüyor ama umarım tüm oyun şu son dönem moda olan FPS kamerasına ve silahsız bir ilerleyişe sahip olmaz. Gerçi olsa da her sahnesinde gerilimi biz oyunculara gerçek anlamda hissettireceği P.T. isimli demodan belli.
Neyse, yine konuyu dağıtmaya başladım. Öhöm, konumuz aslında daha çok Resident Evil oyunları üzerinden ilerliyor demek daha doğru olacaktır. Serinin özellikle ilk 3 yapımı oyun tarihinin efsaneleri arasına adını altın harflerle yazdırmayı başarmıştır sanırım. Kendine oyuncu diyen herkes, hayatı boyunca mutlaka bir Resident Evil oyunu oynamıştır diye düşünüyorum ya da en azından izlemiştir. Fakat, bahsettiğim bu 3 oyunun ardından seri daha çok aksiyona yönelmeye başlamıştı. Resident Evil 4 yine iyiydi fakat serinin 5. ve 6. oyunları, aman tanrım… tam bir hayal kırıklığıydı. Gerçi yapımdan beklediğiniz şeye göre şekillenebilir bir durum da vardı ortada. Eğer aradığınız şey aksiyon dolu, biraz da gerilimli (zombo sayısından dolayı) bir oyunsa, serinin son iki oyunu aslında oldukça kaliteliydi. Diğer yandan gerçek korku oyunu arayan oyuncular içinse, tek kelimeyle faciaydı.
Resident Evil oyunlarınıseverlerin tanıyacağı bir isim, Shinji Mikami. Serinin hayranı olupta bu adamı tanımayan ya da adını duymamış olan yoktur diye düşünüyorum. Resident Evil ve Dino Crisis gibi yapımlarda yer almış olan Shinji Mikami, 2010 yılında diğer tüm firmalarla olan bağlarını ayırıp yoluna kendi kurmuş olduğu firmasıyla devam etmeyi seçmişti. Tango Gameworks isimli bu firma, uzun bir süredir The Evil Within adında aksiyon, hayatta kalma ve korku öğelerini bir araya getirmeyi hedefleyen bir proje üzerinde çalışıyordu. Yapım yakın bir süre önce PC, PS3, PS4, Xbox 360 ve Xbox One platformları için piyasadaki yerini aldı. Peki The Evil Within, bize yıllar önce Resident Evil oyunlarında yaşadıklarımızı yeniden yaşatmayı başarabilecek seviyede bir oyun mu? İşte bu yazıda, bu sorunun yanıtını birlikte alacağız.
Yıllar öncesine dönüş
The Evil Within projesinde, Shinji Mikami’nin bulunuyor olması pek çok oyuncuyu heyecanlandırmaya yetmişti. Hele bunun üzerine birde Bethesda adı da işin içerisine girince beklentiler gerçekten yüksekti. Klasik hayatta kalma ve aksiyon içeriklerine sahip bir korku oyunu bizlerin beklediği en büyük şeydi The Evil Within’den fakat yazımın henüz başlarındayken size söylemem gereken şey, beklediğiniz korku oyununun The Evil Within olmadığı.
Evet, oldukça sert bir giriş yapmışım gibi görünebilir ama bu konuda yapım beni gerçekten hayal kırıklığına uğrattı. Çünkü, o istediğiniz gerilim ve korku dolu yapı oyunda tam anlamıyla bulunmuyor. Hatta oyunu zombi temasına sahip bir Splinter Cell oyununa benzetmek oldukça makul olacaktır. Şimdi, “Yok artık ne alaka?!” dediğinizi duyar gibiyim ama izin verin durumu sizlere açıklayayım.
The Evil Within’e ilk girdiğiniz zaman oldukça esrarengiz bir müzikle birlikte hoş bir oyun menüsü sizleri bekliyor. Ardından oyuna giriyoruz ve sıradan bir sinematik bizleri karşılıyor. Neden sinematik dediğimi merak ediyorsanız, çünkü bizi karşılayan bu sinematik ilgi çekici herhangi bir özelliğe sahip durumda değil. Zaten genel olarak baktığımız zaman yapımın hikayesi gerçek anlamda oldukça klişe ve bir süre sonra hikayeyi unutuyorsunuz. Sadece bazı kafa karıştırıcı noktalar ilginizi çekmeyi başarıyor ama dediğim gibi hikaye bir süre sonra incelip ortadan kaybolduğu için, bu sahneleri anlamak da oldukça güç oluyor.
Sinematik ile karakterimiz olan Sebastian Castellanos’u da tanıdıktan sonra oyunumuz hızlıca başlıyor. Yapımın hikayesinden hızlıca bahsetmek gerekirse, çılgın bir kötü adam (ya da yaratık) tüm dünyayı mahvetmeyi kafaya koymuştur ve elbette polis dedektifi olan karakterimiz de bu oyuna bir son verme niyetindedir.
Sebastian’ın kontrolü bize geçtiği an hemen dikkatimizi rahatsız edici bir nokta çekiyor. Sebastian’ın animasyonları tam bir kalas ve gerçekten rahatsızlık verici durumda. Özellikle bu karakterin baş kahramanımız olduğunu düşünürsek… durum daha da vahim bir hal alıyor. Tüm oyun boyunca bir kalas ile oynayacak olmanın dışında, yapımın kamera açısıyla ilgili de bir problemi bulunuyor. Karaktere biraz fazla yakın olan kamera açısı gerçi beni pek rahatsız etmedi fakat her oyuncunun hoşuna gideceğini sanmıyorum. Özellikle Resident Evil 5 ve 6’nın kamera açısından memnun olmayan kullanıcılar, The Evil Within’den kaçarak uzaklaşacaklardır diye tahmin ediyorum.
Yapım bildiğiniz üzere konsollar için daha sinematik bir etki bahanesiyle 30 fps hızında piyasaya sürüldü. Aynı durum yapımın PC versiyonunda da geçerli ama bunu oyun kısayolunca yapabileceğiniz ufak bir değişiklik sonucunda aşabiliyorsunuz. Peki ben bu fps limitini aşmanızı öneriyor muyum? Kesinlikle hayır! Yapım tam olarak 30 fps seviyesine göre hazırlanmış ve bu limiti 60 seviyesine çektiğiniz an itibariyle, yapım grafiksel açıdan gözü gerçekten rahatsız edici bir hale geliyor. Özellikle Sebastian hareket halindeyken sahip olduğu yüksek blur efekt gerçekten oyun zevkinizi fazlasıyla kaçırabilir. Bunun dışında zaten yapımda ciddi bir optimizasyon problemi de söz konusu durumda. Bazı internet sitelerinde oyunun en güçlü sistemlerde bile 60 fps değerini tam olarak veremediğini gördüğünüz zaman, neden 30 fps limitinin kullanıldığını anlıyorsunuz. Oldukça güçlü PC’leri bile zorlayan yapım, elbette ki konsollarda 60 fps seviyesine sahip olamazdı. Fakat, bu durumun tek nedeniyse, geliştirici firmanın optimizasyon konusunda aşırı çuvallamış olması. Yani mükemmel görsellikten kaynaklanan bir durum söz konusu değil, zaten genel olarak yapımın grafikleri bir kaç sene öncesinden kalma gibi görünüyor. Buna rağmen böyle kötü bir optimizasyon beni gerçekten rahatsız etti. Optimizasyon konusunu biraz uzatmış olabilirim ama bu konudan gerçekten rahatsızlık duyduğum için hemen geçmek istemedim.
Evet, şimdi tekrardan yapımın özelliklerine dönebiliriz. Demin de bahsettiğim gibi ortada etkileyici bir hikaye bulunmadığı için, atmosferde de bazı kopukluklar yaşanabiliyor. Genel olarak güzel bir havaya sahip olan oyun, özellikle görevleriyle bir noktadan sonra insanı kendisinden soğutmayı başarıyor. Dev bir zombi köpekle savaşırken sonra anda kaçıp kurtuluyoruz ve bakıyoruz ki yanımızdaki genç polis gözlüğünü boss ile savaş verdiğimiz bahçede düşürmüş, işte burada görevimiz başlıyor… GİT VE GÖZLÜĞÜ GERİ AL! Bununla birlikte aynı boss ile bir kez daha yüz yüze geliyor. Bu arada bu bahsettiğim görev en heyecan verici görevlerden bir tanesiydi, bundan çok daha vasat ve sıkıcı görevler yapımda sizleri bekliyor olacak.
Tüm bunların ardından yapımın en rahatsız edici bölümlerine gelmiş bulunuyoruz. Korku teması, yapay zeka ve dövüş mekanikleri…
Öncelikle genel olarak baktığımız zaman yapımda oldukça fazla silah seçeneğine ve bunları geliştirme şansına sahip durumdayız. Bu kesinlikle güzel bir artı ama The Evil Within’de işler bu şekilde ilerlemiyor. Dilerseniz tüm oyunu gizlilik modunda tamamlamak elinizde. Evet, yanlış okumadınız yapım sözde bir korku oyunu ama gizlilik özellikleri böylesine vahşi bir oyun için fazlasıyla ön planda kalıyor. Şimdi diyeceksiniz ki “Zombiler var elbette gizleneceğiz!” ama bahsettiğim gizlilik özellikleri bu şekilde değil. Bir zombiye arkadan yaklaşıp onu boğmak nedir? The Last of Us’da da bu özellik bulunuyordu ama orada en azından bu zombi arkadaşlarımızın boynunu kırıyor ya da bıçakla sinsice saldırıyorduk. Burada bulunan durum bu değil, baya baya bir zombiye arkadan yaklaşıyor ve onu boğarak öldürüyoruz ve hatta ağızını bile kapatmayı unutmuyoruz. Oldu olacak keşke sorguya da çekme seçeneğine de sahip olsaymışız.
Bu gizlilik özelliği, yapımda yapay zekasız düşmanlarla birleşince ortaya tam bir cümbüş çıkıyor ve korku öğesi, gerilim gibi özellikler tamamen geri planda kalıyor. Genellikle korku oyunlarından oldukça çekinen ben, tüm oyunu elimi kolumu sallayarak sonlandırdım ve sadece boss ların beni kovaladığı sahnelerde biraz heyecanlandığımı söyleyebilirim. O kadar da olsun ama değil mi?
Eh, iyi yönleri yok değil elbette
Daha yazının başlarında yapıma bu kadar yüklendikten sonra, şimdi yapımın işini oldukça güzel yaptığı yönlerine bakma zamanımız geldi. Ama hak verin, bu kadar uzun bir süre The Evil Within’i bekledikten sonra, bu problemlerle karşılaşmak kimsenin hoşuna gitmez.
Öncelikle karakterimizi, silah ve ekipmanlarımızı geliştirebiliyor olmak kesinlikle güzel bir artı olmuş. Çevreden toparlayabileceğiniz parçalar sayesinde, bu geliştirmeleri yapıyor ve gücünüze güç katıyorsunuz. Gerçi bir süre sonra gerçek anlamda çok güçlü bir hale geliyor olmak, oyunu biraz kolaylaştırıyor ama o kadar da olacak artık.
Bunun dışında yapımın karakterleri, seslendirme ve müzikleri de oldukça kaliteli hazırlanmış. Oyun atmosferini kesinlikle yaratan en önemli özellik sesler olmuş. Gerçi genel olarak korku oyunlarında grafiklerden önce sesler gelir. Bunu zaten korku oyunu seven oyuncular benden çok daha iyi bilirler. Karakter seslendirmeleri ve çevre sesleri, müziklerle birleştiği zaman sizi oyun atmosferine rahatlıkla çekmeyi başarıyor.
Oyun aslına bakarsak korkudan ziyade, bir hayatta kalma oyunu olmuş. Zaten bunu tanıtımlarında da fazlasıyla görüyorduk, yapımda girdiğiniz hemen her mekanda sizi öldürmek için hazırlanmış tuzaklar hazır bir şekilde bekliyor. Bu tuzakları ortadan kaldırmak yerine, biraz kurnazlık yapıp düşmanlarınıza karşı kullanmanız daha etkili oluyor. Aynı zamanda Souls oyunlarını oynayanların bildiği gibi, The Evil Within’de sizlere hiç bir konuda yardımcı olmuyor. Ne bir tutorial, ne gideceğiniz yeri gösteren herhangi bir bilgilendirme söz konusu değil. Gerçi zaten oldukça çizgisel ilerleyen oyun yapısı buna pek ihtiyaç duymuyor ama bunun bir hayatta kalma oyunu için oldukça güzel bir özellik olduğunu söylemeden geçmek, yapıma haksızlık olacaktır.
Görsellik ve sesler önemlidir
Sesler ve müzikler hakkında, zaten demin yeterli bilgilendirmeyi yaptığımı düşünüyorum ve bu yüzden hemen yapımın görselliği hakkında daha detaylı bir açıklama yapmaya başlıyorum.
Oyunun başladığı sahnede, yağmur efekti, çevrede bulunan insanlar ve karakterimiz oldukça hoş görünüyor. Animasyonlar gerçekten kötü, buna bir şey diyemeyeceğim ama karakterimizin paltosunun ıslanması bile oldukça gerçekçi ve güzel görünüyor. Lakin, durum her zaman bu şekilde ilerlemiyor. Bir sahnede grafikler oldukça doyurucu bir görünüme sahipken, girdiğiniz bir diğer odada sanki 3 yıl öncesinin oyununu oynuyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. Sesler ve müzikler bu denli iyi olmasaymış, yapımın grafiklerden yana pek şansı yokmuş açıkçası.
The Evil Within, kötü bir oyun değil ama beklenilen oyun da değil. Bir klasik olması ise imkansız. Sadece ortalamanın çok az üzerine çıkmayı başarabilecek bir yapım olmuş. Bu durumda, korku öğelerinin eksikliğinin, yapay zeka sorunlarının, dövüş mekaniklerinin ve zayıf hikayenin gerçekten büyük etkisi var.
Korku oyunlarını seven bir oyuncu The Evil Within’den beklediğini alamayacaktır. Sadece kısa bir süreliğine, güzel özellikleri sayesinde oyalanmasını sağlayabilir. Eğer gizlilik – aksiyon ve hayatta kalma oyunlarını seviyorsanız The Evil Within’i deneyebilirsiniz. Zaten çok uzun sürmeyen oyun hikayesi, hazır Kasım ayı yaklaşıyorken bir kaç günlüğüne sizi oyalamayı başaracaktır. Hepinize bol oyunlu günler dilerim.